24 Temmuz 2008 Perşembe

Karmaşığım Biraz...


Karmaşığım biraz,

Beni çözmek bazen bana bile zor geliyor,

Anlam veremediğim yaptıklarım da oluyor,

Anlamı olup da anlamayanlar da çok...


Bazen ders olsun, bazen de sadece anlasın diye,

Ama anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az,

Beklemediğim yerden başka anlamlar çıkarılıp fırın tepsisi ile önüme koyulduğu çok oluyor

Hemde nasıl kızgın bir tepsi sormayın.

Bazen Alegre gibi (araf kitabındaki tiplerden biri) davranışlarımdan çıkarım yapılıp anlaşılmak isteniyorum.

Aslında bazen lafı yanlış oldu genellikle bu böyle,

Konuşmaktan tartışmaktan hoşlanmayan biriyim.

Ama olmuyor çıkarımlar genelde yanlış, sonuçlar mutsuz oluyor.

Bende bir hata var demek ki, ama hepsi mi bende?

Bunda Romeo'nun hiç mi hatası yok...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Diş Fırçam Yalnız Kaldı


Bugün sen gittin.

Çok değil belki ayrılık ama yinede hüzünlendim yokluğuna,

Ev sensiz sessizdi.

Gözüm heryerde seni aradı.

Dağıttıklarını toplamaktan hiç şikayet etmedim.

Seninle eksilenleri aradı hep gözlerim.

Bir de ne göreyim...

Diş fırçam yalnız kalmış:(((

Etkileyen Şarkılar


Önce

Belle...

Sonra

Le Vie En Rose...

Fransızcaya gitgide daha çok ilgi duymaya başlıyorum. Şarkıları dinlerken kendimden geçiyor, sanki bilmediğim bir dili anlıyor gibi davranıp tüylerim ürperiyor.

Gurbet Getirmez Götürür!


Gurbet insanın içine birşeyler getirmiyor ki yazayım...

Gurbet insanın içinden birşeyler götürüyor!

Yeni bir hayat, yeni bir yaşayış,

Yeni bir ev, yeni bir düzen,

Yeni arkadaşlar... ?

Yooo

Yeni arkadaşlar yok belki arkadaş bile olmayacak "çevremdeki insanlar" olacak sadece

Bu zamandan sonra ne "canım" diyerek kucaklayabileceğim bir dostum olur

Ne de bom boş bir hayat.

Evet insanlar olacak,
"merhaba nasılsın?" dan ibaret olacak tüm konuşma, ya da "neler yaptın? yarın için planın ne?"

Belki ufak zaman paylaşımları eklenecek yanlızca

Oysa ben içinde yoğrulacağim eski günleri yad edeceğim "napıyon olicim? :))) ...teyzeme de çayı hazırlasın bak sende kaytarma bi kurabiye yap bahçeyi de hazırla muhabbete geliyorum" diyebileceğim dostum yanımda olsun istiyorum.

:(((

Gurbet insana birşeyler getirmiyor, insandan birşeyler götürüyor...

Büyümeyecek...


Yabancı bir şehirde yapayanlız...

Anlayan yok derdinden, zaten anlatacağın birileri de yok...

Anılar var, yanlızca anılar!

Koşup oynadığın yıllar,

Hani ayağın takılmıştı da düşmüştün sokakta,

Ağlayarak sarılmıştın annenin bacaklarına...

Hepsi mazi oldu, artık büyüdün

Mızmızlık etme diyorlar...

Anlamıyorlar ki bu kız hala hiç büyümedi

Yine ağlamak, yine annesine sarılmak istiyor,

Yine sevdiklerini herkeslerden kıskanıyor,

Yanlızca onunla konuşulsun, o sevilsin, o şımartılsın istiyor,

İstiyorki sevdiğiyle hep beraber olsun, onu kimselerle paylaşmasın,

Kimse bozmasın tılsımı, zamanı hep onla paylaşsın istiyor,
Büyümüyor, büyümeyecekte...

Gün Batımı

Gün batımının hüznü,
Veda edişi,
Gelmeyi bekleşi...

Sonra...
Denizle kucaklaşmanın sevinci,
Denizin ısınışı,
Güneşin serinleyişi,

Yeni kavuşmuşluğu
Ama ayrılığı,
Uzaklığı- yakınlığı,
Aydınlığı-karanlığı,

Vazgeçilmezliği,
Dönülmezliği,
Anı yaşamayı,
Tutunamazlığı,
Suskunluğu,

Çöküşü,
Kaybedişi,
Ama yeni kazanışları,
Yaşayışları getirir GÜN BATIMI!

Zaman Kutusu


Zaman anlaşılmazdır.
Bugün yarına delice koşmak isterken, yarın dünleri hasretle ararsın.
Oysa ne yarınlar, ne de dünler vardır, "BUGÜN" vardır yanlızca!
Biz dünü, yarını ararken bugün de yokolur.
Biz onu da "DÜN" olarak ararız zaman kutusundan...

Mutluluğun Anahtarı: GÜLÜMSE!


Birşeyler yazmalıyım diye hep girişirim bu işe. Sonunda da iyi ki başlamışım derim kendi kendime. Bu kez öyle olacak mı bilmiyorum. Kafamı kurcalayan çok şey var ama ayırt edemiyorum. Benim içimi sıkan sebep ne? Böyle bir sebep var mı? Yoksa kendi kendimi mi mutsuz ediyorum. Eğer böyle bir sebep varsa ne? ya da neler? Hangisinden başlamalı işe? Yoksa bu yoğunluktan faydalanıp edebiyat mı yapsam, ne dersin gönül??? Hadi söyle bu kez canın ne istiyorsa o olsun!


ANI YAŞA!

Birileri bir yerde eğleniyor, kimileri uyuyor, kimileri de her ne yapıyorsa... Sen ne yapıyorsun gönül? Ne için didiniyorsun? Hep yarınlar için mi bu yaptıkların? Hep yarınlar için mi kaygıların? Hep yarınlar için mi varsın? Peki ya yarın hiç yoksa??? Sen bir hiç misin? Eğer hiç değilsen ve yarınlar da yoksa ne için varsın? Bu çırpınış ne için? CEVAP???


Ne için varım biliyor musun hayat?

MUTLU OLMAK İÇİN!

Peki beni ne mutlu eder?

???

???

???

Cevap yok mu?

Elbette var ama nasıl anlatılır ki onca şey. O kadar fazla ki bunun cevabı.

Ama felsefesi çok kısa;

"Burda KÜÇÜK MUTLULUKLARI YAKALA

İlerki istasyonda daha büyükleri olacak!"

...............................................

"Hayat ancak onu seversen mutlu eder seni"

Hayatı sevmek nasıl olur?

Sabah gülümseyerek uyan yeni güne:)) Birlikte yüzünüzü yıkayın:))

Saçlarını dağıt istersen, istersen şarkı söyle, haykır SENİ SEVİYORUM diye.

Ya da sobele, seni gördüm şurdasın işte diyerek.

Gülümse yemek iğrenç derken bile, gözlerin gülsün daha kötüsü de olabilirdi diye.

Şeker çok tatlıysa, kedi yavrusu sevimliyse, çiçek çok güzel kokuyorsa, aşkın çok seviyorsa, daha neyi bekliyorsun?


GÜLÜMSE:))

Minik Yalnızlık

Çığlıklarını duyuramayacak kadar minikti koca dünyanın içinde. Hayat daha baştan, ezmeye niyetlenmişti onu ama, o bunların henüz farkında değildi. Yanlızlık diyarındaydı; sokaklarda. Arada minik elli kediler gelip yokluyordu onu. Başka da varlığının farkında olan yoktu zaten. Acıkmıştı, üşüyordu ama kimse görmüyordu. Onun dilinden anlayan da yoktu bu memlekette. Daha bir hafta öncesinde keyfi yerindeydi miniğin. Ne açlık, ne soğuk, sefa içinde yaşıyordu annesinin karnında. Şimdiyse sokaklarda tek başına... Daha ne kadar dayanabilirdi ki yalnızlığa, o hiç alışık değildi böyle zorluklara. Hayat bu kadar mı acımasızdı daha hazır bile değilken yaşamaya, tüm karmaşanın ortasında derin bir kuyuda gibiydi bunlardan habersizce. Anlayamazdı ki olup bitenleri, yanlızca kendini kötü hissettiğini biliyordu, arasıra da etrafında dolaşan miyavlarla göz göze geliyordu o kadar.


.............................................................


Yorulmuştu, ağlamaktan gözleri yenik düşmüştü bu yeni dünyaya, uyuya kalmıştı. Onca çığlığı, onca haykırışı duymayan dünya, rüyalara dalmışken farketti Irmağı. Sevgiyle kucaklandı ve sıcacık bir yuvanın yolu tutuldu.

Zaman




Ölçüp biçmeye çalıştığımız zaman nedir ki? Sonsuzluk mu, yoksa varlığının farkına varıncaya kadar elimizden kaçırdığımız anlar mı?


Zaman sözcüğü dile getirilirken, sonsuzluğun ışıltısı vardır insanın gözünde. Oysa zaman diyene kadar geçip gitmiştir zaman treni...


Hayatımızda belki birçok şeyin öneminin farkına varamıyoruz ama bunlardan en önemlisi zaman. Nedense zamanın hep varolacağını düşünürüz, bazı şeyleri hep erteleriz. Bugün... Yarın... Daha sonra... Bunun garantisini neye dayanarak almışız düşünmeyiz. Evet zaman sonsuza dek varolacak, ama siz bu sonsuzluğun içinde ne kadar kalabileceksiniz? Dilediğiniz kadar erteleyebileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Hiçbir zaman hayatınızda birşeyleri ertelemeyin! Çünkü onları yapmaya vakit bulamayabilirsiniz.


"Acele edin yayılın çimenlerin üzerine. Er geç çimenler yayılacaktır sizin üzerinize." Belki biraz ürkütücü bir laftır ama gerçeğin de ta kendisidir yukarıdaki söz.


Çocuksundur, zamanı anlamazsın. Büyürsün, geçmiş deyip kaçıp giden zaman parçalarını ararsın. Geçen dakikaların kıymetini ancak onları elimizden kaçırınca anlarız.


İşte bu nedenle ZAMANI ZAMANINDA YAŞAYIN!...

Zıtlıklar




Varolan herşey kendi içinde zıtlıkları taşır.
Alacakaranlığı düşünsenize, aydınlığı içinde barındırmaz mı? Bizim için karaltı, yarasalar için aydınlıktır.
Ya da bir kartopu, içinde sıcaklığı taşımaz mı? Kar tanecikleri içlerindeki sevgi ve sıcaklıkla kucaklaşıp, kartopu olmazlar mı?
Zaman, hem uçsuz bucaksız bir sonsuzluk, hem de yakalanamayacak kadar kısa anlar değil midir?
Bir gözyaşı, hem mutluluk, hem de acılar için dökülmez mi gözlerden?

Savaşın İçinden

Canım Babacığım;

Yine yazıyorum, çünkü yazmadan bu çığlıklara dayanamıyorum. Sen bizi oralarada korurken, canla başla savaşırken, gözlerinin önündeki dehşeti burada hissediyoruz. Çünkü aynı dehşet buralarda da yaşanıyor.

Bu savaş neden baba? Neden bizim canımızı istiyorlar?

Dün yakınlardaki bir kasabaya bomba atıldı. Sanki yanı başıma düşmüşcesine korktum. Annem: "Çocukları öldürmeyecekler" diyor ama çocukların çığlıklarını duyuyorum baba...

Bomba sesleri saatler geçtikçe yaklaşıyor. Çığlıkların şiddeti de katlanarak artıyor. Artık evde duramaz oluyoruz da, durmaktan başka çaremiz olmadığını da biliyoruz. Belki de dakikalar sonra buralarda bombalanacak. KORKUYORUM... Korkum ölmekten değildir baba, korkum henüz yeni "BABA" diyebilen kardeşimin ölmesindendir.

Baba...

Söyle onlara bari çocukları öldürmesinler. Bilirim ki ölen çocuklar büyüyemezler, şeker de yiyemezler. Tamam şeker yemesinler ama ölmesinler de...

Canımın içi babama

Sevgilerle...

Korkunun Adımları...


Arkasında hızlanan adımları hissetmişti. Kendini toparlamaya çalıştı, adımlarını sıklaştırdı. Takip ediliyordu. Kimdi? Yoksa...? Yoksa yıllardır düşünmemeye çalıştığı ama, hep aklının bir köşesinde yer eden kanlıları mıydı?
Ayak sesleri artmıştı, sanki birkaç kişi olmuşlardı birden. Ne yapacaktı şimdi? Nasıl kurtulacaktı? Hızlanırken adımları, bir yandan da yollardan hangisine sapmalı diye düşündü. Evet sağdan gitmeliydi, az ilerde karakol vardı SANIRIM? diye düşündü. Belki karakolu görünce peşini bırakırlardı. Sağa döndü gitti, gitti... ama yok bu yol o yol değil, nereye sapmıştı anlamadan?
Yok olmadı kurtulamayacaktı. Gittikçe yaklaşıyordu ayak sesleri ama dönüp bakmaya korkuyordu. Adamlar yaklaşıyordu. Hızlanmaya çalıştı ama yok olmuyor, dizleri tutulmuştu sanki. Yürümekte zorlanıyordu. Nefes nefese kaldı, canından olacaktı "Allah kahretsin! Yıllardır ortalarda değillerdi. Anlamsız bir davanın bunca yıl uzaması... Allahım günahım neydi? Unutulması gereken bir kan davası, çağdaş dediğimiz bu yıllarda devam ediyordu. Bunca yıl boşuna mı okudum, iş sahibi oldum? Onca çabam boşaymış. Yıllardır töreler diye anlamsızca sürdürülen kan davası tam unutulmuştur dediğimde iki adım ötemde." diye aklından geçiriyordu.
Nerede olduğunu bile bilmiyordu artık. Yanlış yollar karşısına ne çıkaracak bilmiyordu. Seslerini duyuyordu, gittikçe yaklaşıyorlardı. Koşmaya başladılar. Koş! Kemal Koş! yoksa yitecek onca yıl. Hayatına doyamadan öleceksin! derken birden başından bir darbeyle yere yığıldı.
Gözlerini açtığında güneşin ilk ışıkları içeri sızmış, gözlerini kamaştırıyordu. Derin bir nefes aldı ve yastığına gömülüp o anın tadını çıkardı.

...Bir Yalnızlık...


Her zaman maviyi sevmişimdir. Gökyüzü ve deniz, ve hatta giydiğim bu eldivenler mavi oldukları için güzeller.
Mavi önceden umut verirdi bana. Gökyüzüne baktıkça kendimi dünyanın en özgür insanı zannederdim. Hele deniz; sanki içindeki başka bir dünyayla mutluluğu anlatmaya çalışırdı bana. Oysa ne gökyüzü özgür, ne de deniz bu kadar mutlu. Ve ben de artık maviyi sevmiyorum. Çünkü artık mavi bana yalnızlığımı hatırlatıyor. Hep yalnız kalacağımı... Lanet olası bu eldivenler de... lanet işte, ondan kalan kötü bir hatıra. Nasılda inanmışım hep yanımda olacağına. Tabi, saf bulmuş işte, çok bile kaldı yanımda. Peki şimdi ne olacak? Artık sevdiğim bir mavi bile yok!
Etrafımda dolaşan onca insan, hep bir koşuşturma içinde varlığımı farketmiyorlar. Az önce simit aldığım çocuk ya da çay getiren garson... Onlar da aynısı, paralarını aldıktan sonra varmışım yokmuşum çok mu umurlarında. Artık benim bile önemsemediğim varlığımı, başkaları niçin önemsesinki? Fazlalıksın işte kızım! Anla diye bütün bunlar geldi başına. Yeter! bu dünyaya fazlasın işte, inat etme diyorlar.
Ne deniziymiş, ne gökyüzüymüş bırak bunları güzelim. Hem bırakmasan ne olurmuş, onların bile umrunda değilsin.
Kırılan kalbin atmasın ne var. Son kez vedalaş mavilerinle, kucaklaş. Çünkü elinde kalanlar sadece onlar. Sonra ver elini sonsuzluğa...
Elveda...